Tiyatro Eleştirisi
19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında
1.Gün
17 Mayıs 2014, 14:00-17:00
Salon İKSV
Kuram
Atölyesi’nin İKSV 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında gerçekleştirdiği
‘tiyatro eleştirisi’ oturumlarnı 2012 yılında aramızdan ayrılan, Kuram
Atölyesi’nin başından beri yakın olarak çalıştığımız sevgili arkadaşımız
çeviribilimci, akademisyen Elif Daldeniz’in
anısına ithaf ediyoruz.
Kuram Atölyesi’nin İKSV 19. İstanbul
Tiyatro Festivali kapsamında gerçekleştirdiği ‘tiyatro eleştirisi’ üzerine ilk
oturumu 17 Mayıs Cumartesi günü Salon İKSV'de gerçekleştirildi. Uzun bir aradan
sonra gerçekleştirilen ilk Kuram Atölyesi olması ve atölyenin yürütülmesindeki
farklılıklar nedeniyle öncelikle atölyenin oturma düzeninden, yaklaşımına kaar bir
hiyerarşi olmaksızın yürütülmesinin amaçlandığı ve bunun sağlanmasına
çalışıldığı belirtildi. Hatırlatmak amacıyla her katılımcının doğal konuşmacı
olduğu, konuşma sürelerinin kısa tutulduğu sadece konuları farklı
perspektiflere açılmasını sağlayabileceği düşünülen ve bu anlamda açıcı olarak
nitelenen bazı konuşmacıların çağrılı olduğu, onlara biraz daha fazla süre
verilebildiği vurgulandı.
Öncelikle Eleştiri/Kritik/Tenkit üçlüsü ayrışan
ve örtüşen yanlarıyla hem etimolojik hem kavramsal bağlamda sanat kuramcısı ve
akademisyen Zeynep Sayın tarafından
kısaca ele alındı. Burada eleştirellik ve eleştiriye yaklaşım açısından önemli
ve belirleyici olabilecek noktalar kısaca şöyle özetlenebilir:
Kritik
(Eleştiri)’nin Yunanca kökeni itibariyle “kesmek, ayrıştırmak” anlamlarını barındırır
ve bu bağlamda eleştirinin iyi olanı
kötü olandan ayrıştırmaya işaret eder. Bu açıdan kiritik / eleştiri sonlandıran
değil, açan bir işlevsellik barındırır. Heidegger, sanatın ne olduğunu
ayrıştırmak için, neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmek için sanatı bilmenin ve
iyi sanat yapıtının ayırdına varabilmek için sanat yapıtının işlevini
kavramanın önemini vurgular. Bunu sağlayan eleştiridir. Eleştiri bu anlamda sanatı tanımak
için önemli bir konumdadır. “Tenkit” de ise noktalama ve sonlandırma vardır. Eleştirinin iyiyi
kötüyü ayrıştırırken yapaıcı ve geliştirici bir boyutu vardır, tenkit de ise bir
sınırlandırma, nokta koyma, kesin yargıya varma söz konusudur.
Aristoteles’in
tiyatro eleştirisi ile ilişkisi üzerine Zeynep Sayın tiyatronun ve eleştirinin
‘Aristoteles’zede olduğunu belirtti.
Katılımcı-konuşmacılardan
gelen kısa katkıların ardından diğer bir ‘açıcı konuşmacı’ Zehra İpşiroğlu’nun eleştirinin aşamalarından bahsederek
başladığı konuşmasında öne çıkan noktalar ise şöyleydi:
Alımlama ve alımlama sonucu
gerçekleşecek değerlendirme eleştirinin niteliğini oluşturur. Eleştiri
yazabilmek için bir yapıtı tüm boyutlarıyla alımlayabilmek gerekiyor. İlla uzun
yazmak için gereken bir şey değil bu. Kısa bir eleştiri yazısında da
alımlayabilmek çok önemli. Eleştiriyi dile getirme biçimi de çok önemli. Eleştirinin
başarısı alımlamanın yanında eleştirmenin egosuyla olan ilişkisini doğru
yönetebilmesiyle de ilişkili. Polemik yaratmamak hayatta bir duruş olmalı.
Sahnedeki yapıtta birçok olumsuzluklar varken de eğer potansiyel olarak bir
ışık varsa ve eleştiri onu görebilmeyi, ortaya çıkarabilmeyi becerebilirse, sanat
yapıtına da yardımcı olur. Mevcut politik ortam eleştiriyi kabul etmiyor.
Nefret söylemi eleştiri üzerinde de etkisini gösteriyor. Ancak bu anlamda
eleştiri ve jurnalcilik arasında da bir fark olduğunu belirtmek gerek.
Kerem Karaboğa ‘Aritoteleszede’lik
konusunda Aristoteles’in Antik Yunan'da olan son derece dinamik
olan bir şeyi kalıplaştırıp, donuklaştırması dolayısıyla Zeynep Sayın’a katılıdığını belirterek
söze başladı. İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliğ ve Dramaturji Bölüm
başkanı sıfatını da taşıması itibariyle bölümün kuruluş dinamiklerine,
süreçteki gelişimine, Türkiye’de eğitim sisteminde konumlandırılmasına, eleştiri
ve dramaturji işlevlerinin keşisen ve birbirini besleyip destekleyen
işlevlerine de değinen Karaboğa konuşmasında şunlara da yer verdi.
Eleştiriden kasıt tenkit değil, sanatın üzerinde bir
otorite olmak değil, alan açmaktır amaç.... İsmail Tunalı'ya göre ise
Aristoteles estetik bilimin kurucusu. İLk dramaturg diyebiliriz onun için.
Dramaturji sonuca ulaşmayı amaçlar. eleştiri de sonuctan hareket eder. Burada
soru şu olmalı: sanat nesnesine nasıl bakıyoruz?
Dramaturji ve eleştirinin tiyatro
sanatındaki yerinin, sanat üreticiliği
ve uygulayıcılığı ayrımının sorgulanmasına paralel olduğuna değindi. Karaboğa eleştirinin, yeni sorular
ve alanlar açılmasına yönelik
önemli bir okuma olduğunu fakat eleştirmenin yazdığı şeyi çok iyi
temellendirmesi gerektiğini, eleştirmenin sanatçıdan hiyerarşik olarak daha
yukarıda olmadığını, sadece alımlamaya, yorumlamaya ve paylaşmaya çalışan biri
olması gerektiğini belirtti. Eleştiri ve
dramaturji için özel bir eğitime ihtiyaç var mı sorusu karşısında ise Karaboğa
tiyatronun disiplinler arası bir alan olduğunu , genelleyici bakış açısından
uzak, yapıcı eleştiriye yakın eleştirmenler yetiştirmenin önemini vurguladı.
Sonrasında katılımcıların soruları ve
kendi görüşlerine belirtmeleri ile aktif bir tartışma ve sorgulama, birlikte
düşünme ortamına evrilmeye katkıda bulundu. Bunlara aşağıda bazı bazı maddeler
halinde belirtilecek. Ancak bundan önce Dikmen Gürün’ün doktora tezinden yola
çıkarak Türkiye’de tiyatro eleştirisinin tarihsel bir haritasını çizdiği
konuşmasından bazı noktaları da burada belirtmek gerekir:
Gürün Cumhuriyet döneminde tiyatro
eleştirisinin toplumsal, yapısal, siyasal gelişimlere paralel olarak
şekillendiği bilgisini verdi. Cumhuriyet döneminde eleştiri yaklaşımlarının
çoğunlukla tiyatronun klasikler sahnelendikçe gelişeceğini savunduğunu ve
tiyatro seyircisinin kendini geliştirdikçe
yerli oyun yazarlarını da yönlendireceğine inanıldığını anlattı. Cumhuriyet
döneminin eleştiri dünyasında birçok değerli yazarın gazete ve dergilerde gün
gün eleştiri yazıları yazdıklarını, sanatçıların
ve eleştirmenlerin birbirleriyle yazıştığından bahsetti. Bunların arasında Aziz
Nesin ve Melih Cevdet Anday gibi edebiyatımızın çok önemli isimlerinin de bir
dönem yer almış olması dikkat çekiciydi. Gürün, günümüzde ise kültür ve sanata
önem verdiği söylenen gazetelerde bile ancak haftada hatta iki haftada bir
tiyatro eleştirileri yazıldığına dikkat çekti. Oysa Cumhuriyet döneminde
eleştirmenler sahnelenen yapıt üzerine değerlendirme yapmanın yanı sıra,
tiyatronun toplumsal eğitimin bir parçası olması gerektiğini ve tiyatronun
işlevlerini de tartışmışlardır.1960 ve1970’lerdeki dinamik dönemin ardından
80'lerdeki baskı rejimiyle birlikte tiyatro hareketinde bir gerileme
yaşanmış fakat günümüzde genç
tiyatroların ve oyun yazarlarının artmasıyla Türkiye Tiyatrosu yeniden verimli
bir yükselişe geçmiş olduğunu belirten Dikmen Gürün, genç tiyatro için yine
genç bir eleştirmen kuşağının gelişmesinin gerekliğine dikkat çekti.
Oturumun birinci yarısında başlayan
katılımcı konuşmacı katkıları, aradan sonra iyice artarak sorular,
sorgulamalar, görüş bildirmeler ve karşılıklı konuşmalar ile tiyatro eleştiri
üzerinde farklı boyutlar ve perspektifler ortaya kondu. Burada gerek ‘açıcı
konuşmacıların’ gerek katılımcı-konuşmacıların söz almasıyla ortaya çıkan bazı
noktalar ve bunların uyandırdığı sorular aşağıda kısaca belirtilmiştir. Burada
görüş bildiren ve soru soran katılımcı-konuşmacıların akademisyen, eleştirmen,
eleştirmenlik, dramaturj, oyunculuk öğrencileri, yazar, yönetmen, dramaturg, tasarımcı,
tiyatro izleyicisi, tiyatro öğretmeni ya da diğer farklı alanlardan olduğu
verisini gözönünde bulundurarak nasıl bir resmin karşımıza çıktığı önem
taşımaktadır. Bu nedenle aşağıda belirtilen noktalarda bu resmi çeşitli
parçalarına ait farklılıklar da kendini belli etmektedir. (Bu özetin kapsamı
gereği, isimlerini burada tek tek belirtemediğimiz katılımcı ve konuşmacıların
söyledikleri, tüm oturumların ses kayıtları çözülüp metne aktarıldıktan sonra
yayınlandığında daha ayrıntılı biçimde isimleriyle birlikte okunabilir.)
- Aristoteles’in Poetika’sından beri tiyatro eleştirisinin ve eleştirel bakış açısı tiyatronun kurucu yapı taşlarından biri olarak görülür. Bu bağlamda, Aristophanes'in Kurbağalar oyunu metni de hem bir tragedya eleştirisi, hem de bir meşruiyet eleştirisi olarak önem taşır.
- Poetika bir eleştiri metni midir? Eleştirinin bir işlevini bellek oluşturma yönünü taşımakta mıdır? Bir yandan son derece dinamik olan bir yapıyı, tiyatroyu betimlerken bu yapıyı dondurmakta mıdır?
- Eleştiri sadece yergi değil aynı zamanda övgü de içerebilir, eleştirinin soluk almayı sağlayan açıcı bir yönü vardır.
- Eleştiri sanatçı algısını mı yoksa genel izleyici algısını mı temel almalıdır? Sanat sürekli devinim halindeyken kuramsal temellendirme neye göre yapılabilir? Alternatif Tiyatro alternatif bir kuram doğurur mu? Eleştiri de temel alınan nedir?
- Günümüzde eski kuramları baz alarak yeni alanların açılması mümkün mü? Nasıl?
- Oyuncu adayları olarak eleştiriyi, sadece kuramcıların estetik algılarıyla sanat eserine dair yazdıkları olarak mı ele almalıyız? Yoksa herhangi bir kişinin belli bir konuda görüşlerini belirtmesi eleştiri midir? Eleştiri sürecinde genel izleyici olarak halkın konumunu göz önünde bulundurmalı mıyız? Onun yaptığı eleştiri nasıl değerlendirilmeli?
- Oyuncu olarak bir tiyatro oyunu ortaya çıkarırken o esere kuram ile yaklaşmak zorundaysak kuramın bilgisinin içine hapsolmaz mıyız? Bu şekilde bütün eserler biribirine benzemiş olmaz mı?
- Kimseye beğendirmek için oyun yapılmamalı. Hangi metin sizi heyecanlandırıyorsa ona yönelinmeli. Kuram sadece besler. Kuram illa sanatçının çok tepeye koyması gereken bir şey değildir. Zanaat meselesi, mesleki ahlak, mesleki derinleşme meselesi çok önemli. Eleştirmen de dramaturg da dinamik olmalı. Değer yitimlerinin bu kadar arttığı bir dönemde bu sömürülmeyi engeller. Reçete sunmamak, eleştiri ve sanatı birleştirebilmek de önemli. Sanatla içiçe yazıları özlüyoruz.
- Kuram tek başına üretim için yeterli değildir ama gereklidir. Bir tiyatro oyunu ele alındığında ona tutkuyla bağlanmak yaratıcıda bir derinleşme isteği uyandıracağından bu yaratıcılığı tetikleme potansiyeline sahiptir. İyi bir oyuncu da yaratıcıdır.
- Eleştiri açısından da görme ve bakma arasında bir fark vardır. Bir yapıta bakıp bakıp zihninizde hali hazırda varolanları yazabilirsiniz. Bunun örnekleri var. Oysa bütünü görmek önemli. Hangi kuramdan yaralanacağımıza gelince kuramlar anahtarlar ve yol açıcılardır. Gösterge ve kodlar, anladıkça açılmaya eğilimlidir. Açıldıklarında da alımlamanın derinleşmesine, zenginleşmesine olanak tanırlar.
- Bir sanat yapıtına bireysel ideolojilerin ve duyguların penceresinden bakmanın o sanat yapıtını bütünsel olarak görmek anlamına gelmeyebilir. Ayrıca yorumda, alımlama estetiği ve kuram bilgisi önemlidir.
- Kuram bilgisi art alan bilgisi olarak konumlanır. Bu bilgiyle yazılabilecek bir eleştiri daha nitelikli olabilme şansına sahiptir.
- Ayrıca bu türden art alan bilgileri yaratıcılığı tetikler, inandırıcılığı artırır.
- Eleştiri bağlamında kuram bir anahtar işlevi görür. Bunu ister yorumbilim(hermeneutik) ister alımlama estetiği yöntemiyle ya da çeşitli eleştiri yorumlarıyla çalışmak mümkündür.
- Eleştirinin ve eleştirenin de yapıtla birlikte dönüşebilmesi gerekir.
- Heidegger’e göre sanat yapıtı tümevarımsal bir önerme değildir. Tek tek sanat eserlerinin toplamı sanat değildir. Önce sanatın ne olduğunu bilmeliyiz. Bizim sanatın ne olduğunu bilmemiz gerekir ki onu eleştirelim. Yanısıra eleştiri sanat yapıtının işlevini kavramaya yarayan alan açan bir araçtır.
- Bu bağlamda, oyuncunun paradoksundan yola çıkarak eleştirmenin paradoksunun da ne olduğu sorusu üzerinde düşünülmeye değerdir.
- 1933-45 arasında Almanya’da yapıta karşı tavırla bugünkü tavır aynı. Mevcut politik iktidar farklı bir yapı kurmaya çalışıyor. Bu açıdan eleştiri alan açan özelliğiyle günümüzde siyasal öneme sahip.
- Kuram ve ideojiler eleştirinin biçimlenmesinde nasıl bir yerde durmaktadır?
- Oyuncu, yönetmen, dramaturg, yazar, eleştirmen yaptığının bilincinde ve eleştiriye açık olmalı.
- Eleştirinin de eleştiriye açık olabilmesi önemlidir.
- Eleştiri yazılarındaki dil ve üslup, eleştirinin içeriği kadar belirleyicidir.
- Tiyatro eleştirisinin dili, tiyatro eleştirisinin hedeflediği kitleyi belirlemekte midir?
- İyi eleştiri yazısından edebiyat tadının alınması gerekir.
- Eleştirmenin yazarken temel refleksi nedir?
- Bir tiyatro oyununa ya da sinema filmine karşılık olarak çağrışım ve esinle yazılan bir şiir ya da doğrudan sanatsal imgeleme dayanan metinler eleştiri yazısı olarak değerlendirilebilir mi?
- Hem zihinlerdeki görece idealize edilmiş haliyle, hem de şu anki fiili durumu gözönünde bulundurulduğunda, eleştirinin tiyatro için kriter üretme olanak ve yetkinliğine sahip midir? Olabilir mi? Bu açıdan eleştiri ve tiyatro, eleştirmen ve sanatçıyı da içeren farklı etkileşimlerin boyutları ve işlevleri neler olabilir?
- Yargıdaki bulunurken ölçüt geliştiren eleştiri, nesnesiyle karşı karşıya mıdır yoksa yanyana veya içiçe mi durmaktadır?
- Oyuncu adayları ve oyuncular olarak tiyatroyu, kendimizi halka anlatma sürecinde endişelerimiz var. Sahneleme sürecinde kuramsal bilgiyi nasıl anlaşılır hale getirebiliriz?
- Sürekli olarak seyirciye, eleştirmene kendimizi anlatmak üzerinden kurulan ilişki sorgulanası bir ilişki olabilir mi? Anlatmak kavramı, anlatan ve anlatılan ilişkisi başlamında içkin bir hiyerarşi barındırmaz mı? Toplumsal karşılığımız üzerinden daha organik ve varoluşsal bir yelpazeye seslenme amacı güderek kendimizi ifade etmek sanatsal ilişkide de samimiyeti ortaya koymaz mı?
- Eleştiri ve dramaturji ilişkisi üzerinden, dramaturg ve eleştirmenin birbirine çok yakın görüldüğü bakış açısının yanında, dramaturg ve yönetmenin birbirine yakın konumlandığı perspektifler ve işlevsellik söz konusu değil midir? Aslında bu daha çok dramaturgun ve dramaturjinin kendini konumlandırış ve işlevsel kılma biçimlerine bağlı değil midir?
- Anlamak ve anlatmak kavramlarının zaman içinde değişimlerini gözönünde bulundurursak, önceleri iyi bir çözümleme olması kriteri üzerinden yaklaşılan bir tür olarak eleştiri, günümüzde kendi içinde bir sanat olarak konumlandırılabilir, ya da nitelenebilir mi?
- Oyuncu eleştiriye ve sanat yapıtına nasıl bakmalıdır? Sanata ve sanat eserine ışık tutacak kadar sanat bilgisine vakıf olup olmadığımızı nasıl tartabiliriz?
- Tarih devam ettiği sürece kuram da devam edecek. Kurama yeni eklemeler sürekli yapılıyor Sanat eserlerine de amprik ya da entellektüel birikimlerle yola çıkılarak yaklaşabiliriz. Bu yaklaşımlar zaman zaman örtüşebilir. Her eleştiri bir tezdir. İkna ediciliği de tezle alakalı. Eleştiri mutlak değildir.
- Toplumda sanat bir ihtiyaç olması gerekir. Seyirci ile üretenin karşılıklı titreşen, rezonansa geçen bir çeşit iletişim halinde olması gerekir. Bu durumda eleştiri gerçek bir işlev edinebilir.
- Bir sanat yapıtına yönelik olarak beğeni veya hoşnutsuzluk duygularını sadece belirten değil, bunun kendindeki ve eserdeki nedenlerini sorgulayan biri olarak eleştirmenin estetik kuramına katkısı var mıdır?
- Genç tiyatrocular daha önce belirtilenin aksine heyecansız değiller. Aksine 2000’li yıllarda tiyatromuzda bir yanardağ patlaması yaşanmaktadır. Alternatif genç tiyatrolar bunun göstergesidir. Ancak eleştirmenler buna yetişebilmişler midir? Eleştirmenlerin bu genç tiyatroları desteklemesi gerekir.
- Artık şeker tadında, herşeyi beğenen eleştirmenler var. Eleştiriye tahammülsüzlükle kolkola giden bu durumun nedeni tiyatrocular ve eleştirmenlerin mesleki etik çerçevesi dışındaki ilişkileri, eleştirinin daha etkin ve kurumsal olduğu ülkelerdeki mesafenin korunamaması mıdır?
- Bazı ülkelerde olduğu gibi aslında eleştirmenin o gün oyuna geleceğinin bilinmemesi mi gerekir? Eleştirel mesafe bizzat bunu gerektirmez mi?
- Türkiye’de eleştirileri okunarak oyuna gidilip gidilmemeye karar verilecek eleştirmenler, ya da böyle konumlanmış bir eleştiri geleneği neden yok?
- Tiyatro Eleştirmenliği okumuş olanlar arasından bunca yıldır sürekli bir biçimde aktif olarak eleştiri yazanların sayısı neden yok denecek kadar az?
- Merkez ya da ana akım medya genel olarak eleştiriye ve tiyatro eleştirisine neden bu kadar kapalı? Bu durumda özellikle artık bunun için farklı olanaklar ve mecralar sunan Internet ve sosyal medya etkin olarak kullanılabilir mi, kullanılabiliyor mu?